Çekirdek

Başlık anlamsız geldiyse, İzmirli olma ihtimaliniz %11,36’dır. O kadar kesin yani. Eğer %11,36’lık kesimdeyseniz, sizin için araştırdım ben. Evet! Sonuç? Çiğdem!

Giriş Paragrafı Notu: %11,36 tamamen uydurmadır. Eğer uydurma olduğunu anlamadıysanız Çorumlu olma ihtimaliniz %46,58’dir.

Giriş Paragrafı Notu-2: Saçmalamalarımın coşmasından ötürü yazının amacından çıkmış olduğunu farkettim. Aslında çıkmamış. Hemen dönüyorum konuya.

Evet, ne diyorduk? Çekirdek! Bu öyle bir yiyecektir ki arkadaş; başına oturdun mu kalkamazsın. Mucize gibi bir şeydir bu. Öyle böyle değildir. Nedenini çözememekle birlikte, deli gibi çitliyorum ben bunu. Çitlemek nedir? Çitlemek! Haydi hep beraber oturduğumuz yerde sesli olarak çitlemek diyelim. Ne kadar acayip oldu değil mi? Eğer bunu gerçekten yaptıysanız deli olma ihtimaliniz %0’dır. Çünkü, benim okuyucum deli olamaz. Eğer bunu okuyup bana hak verdiyseniz, hepimizin birden deli olma ihtimali çok yüksektir. Bakın yüzde bile vermedim.

Konuya geri dönecek olursak… ((Konu mu kaldı desenize.. Eğer bunu dediyseniz…. Eeeeh!! Yeter…))

Çekirdek bu! Bitene kadar başka bir şey yapamıyorsun. Bunu çitlerken dalıp giden insan gördüm ben. Başka boyutlara geçmeler, bir takım değişik yüz ifadeleri… İradenizi test etmek isterseniz, çekirdek tam size göre. Alın, başlayın.

Ucuz olmasından bahsetmiyorum bile. Düşünsenize, 100gr çekirdek 50 YTL olsa. O zaman kaba deyimle hapı yutardık. ((Kaba deyim ve hapı yutmak?)) ((Hiç olmadı o.)) Parası olmayan adam krize girerdi. Uyuşturucu gibi lan!

Bir de bunun kabuklu olmadığını düşünün. Yani sadece içi var. Eee?? Ne zevk aldım o zaman ben ondan. Çitlemedikten sonra çekirdeğin anlamı ne? Demek ki neymiş? Çitlenmeyen çekirdek, çekirdek değilmiş. Peki nedir? Çiğdem midir? Hayır. O da değildir. Bu soru böyle kalır o zaman.

100gr alıp alıp duruyorum ben paketler halinde. Yemiş gibi gidiyor vallahi. Çekirdek zaten yemiş. Kuruyemiş. Eğer bunu okuduktan sonra aklınıza Bond! James Bond! tarzı bir şey geldiyse, espri anlayışınızın benimkine benzeme olasılığı %99,99’dur. Çünkü, yerine göre bu tarz espriler yapmayabilirim ki bunun %0,01 gibi yok denecek kadar az bir oran olduğu da dikkatinizden kaçmamıştır.

Eğer dikkatinizden kaçtıysa….

Yazar Notu: Uzun süredir yoktum tabii. Bu kadar saçma yazı olduğu için affedin. Affedersiniz zaten. Ne dersiniz? Affedersiniz.

Deli Hikayesi

Bir adam varmış.
Ateş yakmış.
Isınmış.
Isındıkça ona aşık olmuş.
Yanından hiç ayrılmamış.
Sıcaklığını hissetmiş.
Dokunamamış ama hep sevmiş…

Görmüyor musun?

Yeni bir yol…
Zemin kaygan ve yumuşak.
Adım atsam kayıyorum, dursam batıyorum.
Arkamı göremiyorum, karanlık.
Önümü görüyorum, aydınlık.
Sen olsan hangisini seçersin?

Ben geri dönüyorum.
Orada bir şeyler bulacağımı umarak.
Eski görünümlü ama yıpranmamış şeyler…
Çok geçmeden seni buluyorum.
Elini tutuyorum. Işığa götürüyorsun beni.
Çok parlak, alabildiğine ışık.
Bir şeyler göstermeye çalışıyorum.
Bir şeyler anlatmaya çalışıyorum.
Sanki seni farkında olmadan orada bırakmışım gibi.
Ben seni kaybetmek istemiyorum.
Sen ise sadece ışığı izliyorsun.
Seni umursuyorum, ilgilenmiyorsun.
Işığa doğru gidiyorsun..
Ve kayboluyorsun.
Işık da seninle birlikte kayboluyor.

Tekrar aynı zemindeyim.
İleride olduğunu umarak yürüyorum.
Hep aynı yerdeymişim aslında.
Sen hep geride, ben hep olduğum yerde.
Bir türlü ulaşamıyorum sana.
Ama bir şekilde kendimi göstermeliyim sana.

Bekliyorum…
Yoksun…
Konuşuyorum…
Susuyorsun…
Aşık oluyorum…
Görmüyor musun?

Kızılay’da Clubber Olmak – Part II

İçeri girmesiyle kalbi 131 bpm hızla çarpmaya başladı. Sanki kalbi yerinden fırlayacaktı. Ceketinin 3 düğmesini de ilikledikten sonra şaşkın şaşkın bakmakta olan kıza dönüp konuşmaya başladı: 

– Selamun aleykum , ben Refik. Aynı sokakta oturuyoruz, başınıza böyle bir talihsizlik geldiğini duydum da geçmiş olsuna geleyim dedim.

– Hoşgeldin Refik. Ben de Tijen. Memnun oldum. İyi yapmışsın, gelmişsin ama bunun bir talihsizlik değil ; bir öküzlük, bir magandalık, bir ayılık, bir…

Yüzü kızarmaya başlayınca aniden kendine yakışmayan bir zekilikle konuyu değiştirdi Refik. Buraya ona gerçekleri söylemek umuduyla gelmişti ama daha konuşmanın başında hüsrana uğramıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Tijen’i güldürüp konuyu dağıtmak istedi ve :

– Bizim bir arkadaş var, geçen gün içmiş içmiş bana geldi. O kadar sarhoştu ki ayakkabılarının bağlarını çözmek için eğildi ve bir baktım ki uyuyakalmış. Hatta takside de telefonunu cüzdan sanıp içinden para çıkarmaya çalışmış.

Tijen bu alakasız hikâyeye bir anlam veremedi. Ufak bir tebessümle geçiştirdikten sonra “Tam olarak nerede oturuyorsun? Seni daha önce hiç görmedim de” diye sordu. Refik biraz bozuldu. Onun gibi yakışıklı, alımlı, tarz sahibi bir adamı daha önce fark etmemesini yadırgadı. Hiç bozuntuya vermeden cevap verdi.

– Homoseksüel bakkal Turgut amca var ya, işte onun bakkalın olduğu apartmanda oturuyorum, 3.kat 3 numara. Hemen şaşırma, her katta bir daire var. Evler 4 oda 1 salon, kombili, 2 tane koca balkonu var. Büyük balkonda şömine var, arada sırada arkadaşlarla mangal yaparız, sazlı sözlü, bilirsin işte eğlenceli olur. Bir gün inşallah beraber yaparız.

Konuyu nasıl buraya getirdiğine inanamadı. Kızla daha yarım saat bile konuşmadan kızı üstü kapalı bir şekilde evine davet etmişti. Tijen Refik’in söylediklerinin ne anlama geldiğini anladı; ancak onun bu camışlığı hoşuna gitti. Hayatında hiç böyle öküz biriyle tanışmamıştı, bir farklılık aradığı belliydi ve onu Refik’te bulacağından adının Tijen olduğu kadar emindi. Refik’in söylediklerine herhangi bir cevap vermekten çekindi. O da konuyu değiştirdi. Kendine neden böyle anlamsız konuşmalarla zaman geçirdiğini sordu. Yaklaşık 10-15 dakika daha içi boş ve alakasız konuşmalarla vakit geçtikten sonra Refik mantıklı bir soru sordu:

– Ne zaman taburcu olacaksın Tijenciğim?

Tijen bu samimiliğin nerden geldiğini merak ederek, “Bugün çıkıyorum çok şükür, çok sıkıldım hareketsiz bir şekilde günlerdir yatmaktan. Adnan da çıkış işlemlerini halletmeye gitti. O gelince eve gideceğiz.”
Adnan lafını duyan Refik’in kafasından aşağı kaynar sular boşaldı. Bu Adnan da kimdi? Yoksa hayatının kadını evli miydi? Ya da sevgilisi mi vardı? Tüm bunları o müthiş zekasını(!) kullanarak öğrenecekti ki odaya bir adam girdi. Tijen panikleyerek:

– Adnan bak bu komşumuz Refik. Geçmiş olsuna gelmiş sağolsun.

Tam da Adnan’ı Refik’e takdim edecekken, odaya giren hizmetli çıkış işlemlerinde bir problem çıktığını ve Adnan’ın kendisiyle gelmesi gerektiğini söyledi. Adnan özür dileyerek meraklı bir şekilde problemin nedenini öğrenmeye gitti. Refik, Adnan’dan bir şekilde kurtulması gerektiğini düşündü ve Tijen’in eve Adnan’la değil de kendisiyle gitmesi için bir formül düşünmeye başladı. 30-35 saniye ya geçmiş ya geçmemişti ki aklına bir fikir geldi.


to be continued…

japon konsolosu

03:10

Bir küçük umut vardı.
Perdeleri çekti, kapıları kapattı.
Işıkları söndürdü teker teker.
Bir küçük umut vardı,
Karanlığa gömüldü.

Pişman oldu, ışıkları açtı.
O da ne?
Ampul patladı lan!

Ya iki dakika ciddi duramıyorum. Gece gece canım sıkıldı yine. Her neyse işte bir küçük umut vardı ne oldu ona diyecektim ben aslında. Beni soracak olursanız İzmir’de idim ben. Geldim, iyiyim. Sizler de iyisinizdir inşallah. Oh oh ne güzel. O zaman rahat rahat uyurum. Uyku da yok ki. Yarın Pazartesi. Okula gideceğim 10 gün aradan sonra falan. İyi alışmıştım bu tatile. Neyse 1 hafta sonra tekrar yapacağım. Gözlerden uzak olacağım.

Yalnız bir şey dikkatimi çekti, konudan konuya atlıyorum yine. O kadar da geniş bir insanım. Nedense canım çok otobüse binmek istedi. İzmir’de otobüse binmedim hiç ondandır belki. Gerçi otobüs paramı verirseniz binerim, yoksa binmem. Trenle giderim ucuz o. Hatta bedava. Tavsiye ederim.

Bir küçük umut vardı.
Karanlıkta saklandı hep, bekleyenlere inat.
Bir küçük umut vardı,
Trendeymiş o, tünelden geçiyomuş ondan karanlıkmış merak etmeyin.

Okuduktan sonra bir not: Hata buldum. İki dakika değil o. Duramasam duramasam üç dakika ciddi duramam ben. Nedenini çok iyi biliyoruz önceki yazılardan. Her zaman nedir? Yaa yaa…

Paris, Seks, Uyku

Okuldan dondugumde, karnim ac degildi. Ben de her zamandan farkli olarak, uzerimi degistirdim ve bilgisayarin basina oturdum. Ertesi gun bir sinavim vardi ama kimin umurundaydi ki? Aslinda birilerinin umurunda olmaliydi. Birileri “birseyler” yaparken, otekilerinin “birseyler” yapmiyor olusu, otekilerinin sorunu olmaliydi tabii eger yeterli sorumluluk duygusuna sahiplerse. Dusuncelerimi bir cirpida sildim kafamdan ve maillerimi kontrol etmek uzere servis saglayicilarina dogru saldirdim. Ilk ikisi ivir zivir seylerle doluydu, sildim. Okumaya gerek bile duymadan hem de. Ucuncude tanimadigim birinden gelen ama konusu ilgimi ceken bir mail vardi. “Neden sen de gelmeyesin ki?” diyordu bana o kisacik satirda. Usenmedim bu kez okumaya ve actim. Ayni satir mailin kendisini de olusturmak uzere muhtemelen konu kisimindan kopyalanmisti lakin altta bir de IM adresi mevcuttu hem de benim kullandigimdan. Tereddut etmeden, ulasmak icin arattim verdigi adresi. Zira gizem, her zaman basarili bir silah olmustur uzerimde. Bir yandan da veriler elde etmeye calisiyordum maili gonderenin kim oldugu hakkinda cesitli yerlerde aramalar yaparak. Buldugumda adresi, kendisi de -benim tahminlerime gore- gorusmek uzere orada bekliyordu. Kim oldugunu sordumgumda -tahmin ettigim gibi- yanit alamadim. Oylesine biriydi o. Hayatlara giren ve cikan. Aslinda ozenebilirdim de. Ben de onun gibi olmak isteyebilirdim. Oyle biri degildim sanirim ki ozenebilecegim seyin aslinda ne kadar istesem de ozenmek icin aklima gelmeyecegini idrak ettim. 

Konusmaya basladik. Ortak noktamiz oldugunu zannetmiyorum -uzerinden haftalar gecmesine ragmen- hala. Dedim ya oylesine biri, oylesine bir kimlik, bir tas. Yolda rastlanilan cinsten, tekme atilip devam edilen cinsten. Tas evet, konusmuyordu da cunku. Belli sorulari sorup cevaplari dinliyordu sadece. Benim ona soru sormaya hakkim yoktu. Sartlarini kabul etmistim cunku sonunda merakimi giderebilecegini soylemisti. Uysal olmusumdur her zaman. “Nereye gelmem gerekiyor?” diye sordum. “Anlamadim.” dedi. Mail diye animsattim, neden sen de katilmiyorsun yaziyordu da. Hatirladigini belirtti. Merakla bekliyordum ama devam alamiyordum. Hatirlamisti ama devami neden gelmiyordu. Bekledim. Bekledi. Bekledik ama birlikte degil. “Biz” degildik ki biz onunla. Sonunda devam etti. Evine cagiriyordu beni. Tanimadigim bir ev. Korktum ilk basta. Cekindim. “Aha!” dedim, “Organ mafyasi sana da musallat oldu Onur.”. Sonra sacmalamaya basladigimi dusundum. Bu kadar da degildi ya. Zaten IM adresimi bulduguna gore bir sekilde -mutlaka bir sekilde- hakkimda birseyler biliyor omaliydi. Gelecegim dedim.

Eve gittigimde, masada su bardagina koyulmus saraplar duruyordu. 6 farkli su bardagi ve 3 farkli sarap. Ikimize de 3’er bardak, farkli cesit sarap. Oyun oynayacagimiz soyledi. O benim bardaklarimdan birine, ben de onun bardaklarindan birine uyku ilaci atip cozecektim ve diger iki bardagi da kopurtmek icin pipetle ufleyecektik ki fark anlasilmasin. Ikinci kural, tek bir bardak secme hakkinin olusuydu ve secimi ben yapacaktim. Ucuncusu ise, karsidakinin de, secimi yapanin icecegi sarap cesidini kendi bardaklarindan secip icmek zorunda olduguydu. Kopurtme ve cozme islemleri tamamlandi. Ortadaki bardagi sectigimde, kendisinin de ortadakini icmek zorunda kalacagindan habersiz gulumsuyordu. Bardaklarin altindan suratlarimiz gozuktugunde bir kahkaha attik ve bilgisayarin ekran koruyucusunun karsisina kol kola oturduk. İkimizin de dusunmesi gereken ekran koruyucunun icine girmek olmaliymis bana soyledigine gore. Kabul etmistim tabii. Bir sure sonra uyuyanin sadece o olmasi beni uzdu. Uyumasi halinde cebindeki zarfi alip acmam gerektigini soylemisti.

Zarfi actigimda cesitli sayilarla karsilastim bir cesit sifrelenmis yazi butunu gibiydi 3 paragraftan olusan. Kodu kirmak pek zor olmadi sadece A harfine 1 yerine 5 sayisini vermisti ve alfabeyi biraz otelemisti. Mektupta genel olarak uyumasi halinde neler yapacagim yaziyordu. Yaptigim sirayla anlatayim ben de.

Ilk olarak kendisini yatagina tasidim. Ardindan onu soydum. Uzerine polar battaniyesini orttum. Goguslerinin tam arasina, vazodaki tek orkideyi alip, kokuyu duyabilecegi sekilde yerlestirdim. Dirseklerinin ust kisimlarina, basucunda durran parfumu siktim ve bana dedigi sekilde yatagin yaninda yerde duran tulumun icine girerek uyumak icin 2’nin kuvvetlerini hesaplamaya basladim. Sanirim 2 uzeri 18’i hesaplarken uyumusum. Kalktigimda, yatakta kimse yoktu fakat iceriden muzik sesi geliyordu. Edith Piaf sevdigini dusunmemistim dedim yanina gittigimde. Muzikten rahatsiz oldum icin uyanmadigimi umuyormus. Hayir dedim, aksine, kadindan hoslandigim icin kalktim. Bunu duymanin kendisini sevindirdigini soyledi. Hala ciplakti. Sanirim havanin ilik olmasi cesaret veriyordu kendisine. “Bira getirir misin lutfen dolaptan, kendine de al ama.” dedi. Hemen dolaba yoneldim. Geldigimde oda bostu fakat muzik hala devam ediyordu. Sous le ciel de Parisdiye bagirdi ayni anda Bayan Piaf ile. Sesi yatak odasindan geliyordu. “Biralari birak simdi, gel uzan.”. “Paris’in gogune baksana, bizim yatak Paris olmus megerse.” dedi.

Boynunu optum, ardindan da o benimkini. Paris’in gogu altinda sevistik. Paris’in gogu altinda uyuduk. Okula dondum. Paris’ten cok da farkli degildi yatagim, sadece uzerimde Sonmez’in kici vardi Paris’in gogunden farkli olarak. Ranzalarda hayal kuramiyormus insanlar bunu anladim. Ertesi gun ve daha sonrasinda kendisinin IM adresini hic erisilebilir gormedim. Hayatima girmis ve cikmisti. Oylesine biri, tas gibi. Iki anlamda da. Sanki haftasonunu Fransa’da gecirmistim de ulkeme donmustum.

 

Benimle gel! Bana gel!

Kızılay’da Clubber Olmak

Son zamanlarda sürekli Kızılay’da clubber olmanın insana kattığı huzur ve asaletten bahsediyordu. Vurdumduymaz bir kalabalıktan biri olmamanın verdiği güvenle yetişmişti. Siyah yüzüğüyle taçlandırılmış ‘‘clubber oğlu clubber’’ bir görünüşü vardı ama yıllar yılı metal ve hard rock ile bezenmiş bir kültürden geliyordu. Aynı zamanda vahşi batının en hızlı kovboyuydu. İnce telli, kumral ve alabildiğine uzanan yağlı saçları vardı. Biraz da magandaydı. Bundan yaklaşık beş sene önce desteklediği takımın gol atmasının ardından şehvetle balkona çıkmış ve 7-8 el ateş etmişti. Mermilerden bir tanesi masum bir köylü kızına isabet etmişti. Ve hayatının kadınını ilk kez işte o gün görmüştü. Böyle mükemmel bir kızı nasıl olmuş da gaddarca, yabanice ve bir öküz misali vurabilmişti. Yaptığı magandalığın verdiği rahatsızlık ve pişmanlıkla mı bilinmez ama kıza karşı aşırı bir ilgi duymaya başlamıştı. Sanki attığı kurşun kızın omzuna değil de kendi kalbine gelmişti. Kalbi acıyordu. Bunun adı aşk olmalıydı…
Güzeller güzeli köylü kızı, ambulansın o baş ağrıtan sesiyle yankılanan sokakta acılar içinde yattığı sedyeden onu kesiyordu. Evet, kız da ondan hoşlanmıştı. En azından o öyle düşünüyordu. Ama bir sorun vardı. Kızın bu denli acı içinde yatmasının tek bir sorumlusu vardı ve o da kendisiydi. Kıza açılsa, tüm hissettiklerini söylese bile, ona onu kendisinin vurduğunu nasıl açıklayabilirdi. Açıklamasa işler daha da kötü olabilirdi. Çünkü aşık olduğu kızı vurmuştu ve bu kızla muhtemelen büyük bir aşkın içine bodoslama dalacaklardı. Çünkü aşkı karşılıksız değildi. İşte tüm gece yatağında bunları düşündü, uyuyamadı. Bu acıyla nasıl uyunurdu ki?
Artık gün ağarmaya başlamıştı. Aklına bir fikir geldi ve kareli pantolonunu giyip saçını da yaptıktan sonra hastaneye doğru yol almaya başladı. Otobüse bindi ve farketti ki yol parası yoktu. Ancak o gün çok şanslıydı. Çünkü otobüste en iyi arkadaşını gördü ve otobüs parasını ona ödettikten sonra bu yetmemiş gibi arkadaşından 50 $ daha aldı. Sonra hastaneye 50 metre kala şoförün suratına bir yumruk atarak otobüsü durdurdu. Hâlâ magandalık yapıyordu, ama bu kez bir fark vardı, aşkı için yapıyordu. Otobüsü durdurmasının sebebi gördüğü çiçekçiydi. Çiçekçinin yanına artist artist sokuldu ve ‘’ Bir demet papatya kaç para abla ?’’ diye sordu. Çiçekçinin verdiği cevap hoşuna gitmemişti. Bir demet papatya nasıl 10 lira olabilir diye düşünmeden edemedi ve çiçekçiye ‘’ Bende 3 lira var, olur mu abla? ’’ diye sordu. Aldığı ret cevabından sonra ‘’Aaa 2 lira da şu cebimde olcaktı ‘’ diye çıkıştı. Çiçekçi bezgin bir sesle ‘’tamam yahu ver 5 lira al şunu, sıktın ama sabah sabah ‘’dedi. Bunun üzerine cebinden arkadaşının verdiği 50 $’ı çıkardı ve çiçekçiye uzattı. Çiçekçi şaşkın ve sinirli bir ifadeyle uzun uzun bizim ‘gothic clubber’ı süzmeye başladı. Bizimki, her zamanki gibi çiçekçinin kendisine hoşlandığı için baktığını sandı ama çiçekçinin eline bir süpürge alıp kovalamaya başlamasıyla durumu anladı. Bu kez magandalık yapmayıp efendi efendi kaçmaya başladı ve çiçekçiden kurtulmayı başardı.
Bir dövizci bulup parasını Türk Lirasına çevirmeliydi. Uzun arayışlardan sonra bir dövizci buldu, gereksiz ve kafa karıştırıcı bir konuşmadan sonra dövizciyi kandırıp alması gerekenden daha fazla para alarak oradan ayrıldı. Ardından vakit kaybetmeden bir pastane buldu ve sevdiği kıza güllaç aldı. Ardından bir bakkala girip yine sevdiği kız için ekmek arası kaşar-salam yaptırdı ve kızın boğazında kalmasın diye bir de cappy tropik aldı. Ve artık hastanedeydi. Ufak bir çakallıkla sevdiği kızın yattığı odayı bulmayı başardı ve kapıyı kibarca 3 kez tıklattıktan sonra içeri girdi.
to be continued…
japon konsolosu

Ey Sevgili Okur!..

Uzun zamandır yazamadım okur! Tamam, sen de haklısın. Her an merakla açıyorsun blogu yeni neler yazmış bakalım bu sneyl diye ama yok işte, yok! Küfür edip kapıyorsun sayfayı haliyle. Sen de haklısın. Senin işin de zor be okur! Bak şimdi; işler öyle göründüğü gibi değil. Neler geldi başıma neler…

Çaresi bulunamayan bir hastalığa yakalandım. Sesim değişti. Artık eski sesim yok. Doktorlar bir daha düzelemeyeceğini söylediler. Çok garipsedim yeni sesimi. Alışmaya çalışıyorum. Gerçi insanlar seksi buluyor ama ben alışamadım henüz.

Daha dur bununla bitmiyor… Geçen hafta sonu mangal yapmaya gittik. O da ne!?! Yüzümün yarısı yandı. Ameliyat oldum. Artık sneyl eski sneyl değil. Kendimi tanıyamaz oldum. Doktorlar bir daha düzelemeyeceğini söylediler. Çok garipsedim yeni tipimi. Alışmaya çalışıyorum. Gerçi insanlar seksi buluyor ama ben alışamadım henüz.

Daha dur okur, daha dur! Bununla bitse yine iyi… Bitsin artık evet. Çok salladım. Yeter bu kadar. Ne yapayım ama, öyle bir anda yazasım geldi uzun süre yazmadan geçince. Her neyse, asıl sebep şudur ki okur, vizeler yüzünden yazamadım. Sorsanız, çok mu çalıştın? Nereye çalışıcam yaa yörü get diye terslerdim sizi ama işte okurumsunuz, saygıda kusur etmemem lazım. Zaten bir bölümün ilk vizeleri bir ay sürer mi ya. Gerçekten inanılmaz ama oluyor işte bazen. Kader… Kısmet…

Gelelim bu yazının asıl amacına. Hep okur okur deyip durdum. Boşa demedim ben onu okur. Bak şimdi ne diyeceğim sana. Dikkatli dinle beni.

Artık yazı tarzında biraz değişiklik yapmak lazım dedim kendi kendime. Yani tarz derken, genelde depresif olan şu yazılardan bahsediyorum. Hayır, ben o kadar depresif değilim ki, ne oluyor yani bana? Kimim ben? Düşündüm, taşındım, ölçtüm, biçtim, tarttım, danıştım, paylaştım, dinledim, bekledim, oturdum, kalktım ve sonuçta çok önemli bir karara imza attım. Diyorum ki artık blog serbest olmaktan çıksın ve çok serbest olsun. Bir nebze bu depresif hava ortadan kalksın. Hayır, yazılmayacak mı depresiflikler, hikayeler, rüyalar? Tabii ki yazılacak. Sadece ana konu o olmayacak artık. Hah! Bi’ dakka ya.. Okur! İşte sana da danışıyorum ben aslında. Bak onu söylemeyi unuttum ben. Ne dersin böyle yapayım mı? Lütfen yorumlarınızı yazın da bir nebze mutlu olayım. Gerçi yorum yazmazsanız da bildiğimi okurum ben.

Neyse asabileşmeden bu postu bitirmeliyim. Görüşürüz okur!

…Ve Saat 01:10

hmmm… Kahve zamanı gelmiş.
-yataktan kaçmak- Ekranıma yapışmış vaziyetteki renkli kağıtları süzdüm. Ah evet, 1 tanesini söküp atma zamanı! Henüz bitirmem gereken ezber çalışmalarım var. Önümde koca bir gece beni bekliyor biliyorum. Bu gece Jezebel’im beni özleyebilir.

Arkadan Modest Mouse mırıldanıyor. Işıkları söndürdüm, mumlarımla birlikteyim. Ders çalışmak zevkli. Aslında değil! Gözümü kapatıp renkli kağıtların hepsinin monitörümden söküldüğü anı hayal ediyorum. Huzur doldu ruhum. Evet, o renkli kağıt parçaları benim vize tarihlerim.

Bir dakika! O ses neydi?
Kettle suyun kaynadığını söylüyor.
Kahve zamanı gelmiş. Çarşamba da gelmiş.

Kahve yudumlarken John Frusciante – Wednesday’s Song dinlemeli…