Cheers!

14 sene…

Benim sayabildiğim bu kadar sadece. Yani hep öyle söyleniyor. Olsun 14 iyidir. Güiza’nın forma numarasıdır. Nicelerinedir.

Kadim.

Etraflarında olup bitenlerin farkında olmalarına rağmen birbirlerinin farkında olmayarak geçirmişlerdir ilk yıllarını. Ta ki bir sonraki seviyede buluşuncaya dek…

Yine birbirlerinden habersiz, kalabalık bir yerde karşılaşırlar. Ama aynı gruba dahil değillerdir. Sadece yan yanalardır. O da ne? Hoppa! Dahil olurlar aynı gruba. Böylece amansız bir birliktelik başlayacaktır. Tabii yine kişilerimiz bundan habersizdir. (Aynı gruba nasıl dahil oldukları çok ince bir detaydır. Bu sebepten bu hikayede değinilmemiştir.) Birden üçüncü bir kişi daha dahil olur daha ilk günden. Neyse ki bir hassas noktası bulunur ve postalanır. Çünkü, o kişide gereken nitelikler yoktur. Sadece “esirik” olarak geçmiştir kayıtlara.

Günler birbirini kovalar. Onlar da kovalar. Bir top peşinde koşar dururlar. Oysa ki bir tanesi hiç sevmez futbol oynamayı. Hatta takıma bile alınmaz. Diğeri ise “o” olmazsa ben de olmam diyerek resti çeker ve onu da takıma alır. Çünkü, bu hayatında da böyle olacaktır. Böylece paylaşma başlamıştır. Giderek artarak ve belleklere birçok anıyı kaydederek…

Büyümektedirler. Tabii ki ihtiyaçları da büyümektedir. World Cup ’98 oynayarak yeni keşiflerde bulunmaya başlarlar, keşiflerinin doğru olduğunu sanarak. Ama ısrarcıdırlar, onun da doğrusunu bulurlar. Yardımlaşırlar. Anlaşamadıkları konularda hemen bir kaset kaydedip bunu sesli olarak tartışırlar. Kaset yok olup gitmişse de, bu da belleklerine kaydedilmiştir. İlk nargile içtiklerinde, köz bitince nargilenin de bittiğini sanacak kadar da saftırlar. (Halbuki şimdi bir tanesi bildiğin uzman olmuştur ya neyse!) Oysa oradan kalkmasalar, başka şeyleri daha göreceklerdir. Okula bile kayıt olmuşlardır. Bir tanesi olamamıştır. Diğeri ise bir kulağında kulaklık olduğundan ne dediğini bile anlamamıştır ama kayıt olmuştur. O an için önemli bir olaydır. *Haloğğ* şeklinde kalın bir ses tonuyla bazı hikayeler anlatırlar. Anlatmalarını isterler. Bisikletleriyle uzun yola çıkarlar. Pek uzun olmasa da onlar için uzundur. Hatta otobüse bisiklet koyacak kadar uzun yola çıkarlar. Bu sayede biri hayatında ilk defa “çardak” görmüştür, güvercin uçurmuştur. Öyle bir yer olduğunu bilmemesine rağmen, bilmiştir.

Ardından bir 3 yıl daha geçer. Bu kez yolları gerçekten ayrılacaktır. Ayrılmıştır da. Ancak onlar ayrılmamıştır. Yeni bir yol yapmışlardır. Bu kez yeni yollarında da birliktelerdir. Her geçen sene bir öncekini anarak geçirirler. Belki bir ‘80ler ‘90lar partisi gibi değildir bu, ama yine de ‘Geçen Sene partisidir. İlk defa tatile gidecek kadar yakın olmuşlardır. Tatile gitmek her ne kadar yakınlık göstergesi olmasa da, bu o dönem için oldukça iyi bir göstergedir. Yine yeni anılar belleklerine kaydedilir…

Büyürler… Hem de bildiğin eşşek kadar adam olurlar… Öyle böyle değil yani. Baya baya büyürler. Yol ayrımına geldiklerinde, bu kez yolları kendiliğinden birleşmiştir. Bunu da tatilde öğrenmişlerdir bir nebze.

Bu kez işler umdukları gibi gitmemiştir. Aynı yol üzerinde olmalarına rağmen hiç denk gelmemişlerdir eskiye oranla. Ancak birbirlerine rastladıklarında, sanki o yolu beraber yürüyormuş gibi devam ederler. Tabii yeni anıları belleklerine kaydederek. Bu kez başka başka anıları olur ve birbirlerine anlatırlar, yaşarlar, paylaşırlar.

Ne kadar az görüşseler de yine eskisi gibidirler. Öyle de olacaktır! İyi ki vardır! İyi ki o gruba dahil olmuştur. İyi ki o sıraya girmiştir! Onun gibileri de girmiştir belki o sıraya. Ancak o hep ilktir. İlk olacaktır. Başkadır çünkü. Sır(a)daştır! Belleklere anı kaydedilecek yer daha çoktur. Sonsuza kadar dolduracaklardır onu da…

dedicated to °sleeper°

Merhaba. Adım Ali Sait Meydey. Kokoreçciyim. Buralarda benden daha iyi kokoreç yapanı bulamazsınız. Varsa buyursun gelsin hodri meydan diyorum…

Evliyim fakat çocuğum olmadı. Kaç tane doktor gezdik, ama maalesef hiç saymadık. O yüzden kaç doktor gezdiğimizi bilmiyorum. Bilen varsa buyursun gelsin hodri meydan. Yoksa sussun otursun kudri meydan…

Neyse, biz de evlat edinmeye karar verdik. İki erkek çocuk edindik, ikisini de okuttuk. Okusunlar diye özel hocalar tuttuk. Hocalar da okudular sağolsunlar. Ama bir fayda etmedi, çocuklarımın gözleri hep başka baktı. Çocuklarının gözleri daha başka bakan varsa buyursun gelsin, hodri meydan…

Yine de eşimle onları çok sevdik. Öz çocuklarımız gibi baktık, büyüttük. Baktık büyütemiyoruz, başladık dövmeye. Çocuk dövmek eğlencelidir, çünkü çocuğun elleri kolları yetmez. Tekmesi yavaştır. Yumruğu pamuktur. Tokadı komplekslidir. Bitse de ağlasam diye düşünür. Halbuki ben öyle mi? Yaradana sığınıp bir koyarım, yere dana düşmüş gibi düşersin. Dayağı yersin! Canın acır, üzülürsün. Sen dizime yattın, ben seni tokatladım. Sonra sen büyüdün. Ben senin dizine yattım, sen beni tokatladın. Bu işler böyledir. Buyur gel hodri meydan…

Ulan deyip duruyoruz, nedir bu hodri meydan deyip sözlüğe baktım. Üzüldüm. Hodri’nin hiçbir anlamı yokmuş. Delikanlı gibi konuşuyoruz derken, manasız manasız saçmalıyormuşuz…

Ben de hodri meydan yerine bedri baykam demeye karar verdim. O da kanlı canlı adam, gelir beni bulur işler karışır. Abidin dino desem; “abicim kim o?” derim. Ne yapsam ne yapsam, hodri meydan diyorum ben yine. Sonuçta herkesçe bilinen bir söz. Eskiden erkekçe diye bir dergi vardı, o da herkesçe bilinmezdi.

Neyse bizim iki oğlan şimdi büyüdü. İkisi de üniversiteye gidiyor. Daha doğrusu, sabah üniversiteye diye evden çıkıyorlar ama genelde köşedeki liseye kadar devam edebiliyorlar. Orta birden terk etmek istediler. Bir vurdum, orda birden “törk” ettiler. Korktum. Sen korkmaz mısın? Korkmam diyen varsa buyursun Audrey Meydan… Bunun da okunuşu benziyor ama tutmaz evet…

Eeeh her boku tutar tutmaz diye mi yapacağız? Audrey demek istiyorsam Audrey derim! Fransa’da tutmuş. Audrey Tuttuou diye filmi bile var. Gidin görün. Kötüyse buyrun gelin beni bulun haydi mercan!

Neyse bizim iki oğlan okumadı. Verdik bir yere çalışmaya başladılar. Eti senin kemiği benim derken ikisini de yemişler iş yerinde. Canımız sıkıldı. Kafamız karıştı. Neşemiz yerine geldi.

İki tane kız çocuk aldık yeni. Onları çok sevdik. Audrey ile Mercan… Ne dersiniz? Hah hah hah evet! Doğru bildiniz!

Sinirlendim Bak!

Başlarım personal life değerlendirmenize sizin artık! Yeter ya! Burama kadar geldi artık. Nesiniz siz? İşiniz gücünüz yok mu? Hayır, bug mısın arkadaşım? Yapmadığım şeyleri de yapmışım gibi gösteriyorsun bazılarına… Sinirlerim laçka laçka…

Bekledim…

Çektin gittin. Tek bir söz söylemeden hem de. Bu kadar kolay mıydı? Her şeyi bir kenara bırakıp sessizce gitmek… Soruyorum sana! Saatlerce bekledim. Belki gelirsin diye.

Hep bir umut vardı içimde. Sarıldım ona. Seni bana getirsin diye yalvardım. Peki sen!? Sen neredeydin ha!? Çektin gittin öylece.

Eve gelen misafirlere inat bekledim. Çağırdılar gitmedim. Seni bekledim. Sen neredeydin ha!? Çektin gittin öylece.

Unutmamışsın sağol, mesaj attın duygulandım. Hatırladın beni. Kenara savurduğun beni hatırladın. Şimdi neredesin, ne yapıyorsun biliyorum artık. İnsan gitmeden yazar lan de mi? Ayıp lan vallaha ayıp.

Yok ya ne bekleyecem seni. Gayet takıldım ben arkadaş! Şaka lan şaka… Bekledim de çok değil. 10 dakika falan işte. Zaten sonra gitmişsin, haberim bile yok. Naber?

Not: Misafir gelince dolma çıkarıyor olum annem. Gayet yedim gittim de. Ne gitmeyecem!
Not2: Bu da böyle sezar kodu bir sürprizim olsun sana. Kişisel bir blog sonuçta. Hayır yakında bomba bir düzenle de gelebilirim. Kimse bilemez bunu. Blogla başlayan yolun sonu nereye varır bilinmez. En güzel kısım şimdi başlıyor.
Not3: Öyleyse herkes için gelsin; Coldplay – Hardest Part

No Thanks: Chipler de bitti. Hayırlı olsun.

Tozlandı Anılar

Eskiden dergi çıkarırdık. Onları buldum. İlk 3 sayısı var gerçi bende. Bir tane daha olacaktı. Ondan sonra bir daha çıkmadı. Alan olmadı pek. Adını vermeyeceğim derginin. Onlardan biraz alıntı yapmak istedim burada. Çizimleri aktaramayacağım tabii, sadece yazı olan bölümlerden alıntılar yapaciğum.

#1

İşimde Yok… Gücümde (-de’ler bitişik)

* bir kelime, üç işlem, dörtyüzaltı öksürük…
* abi bi’ baktık öpüşüyoruz…
* japon konsolosu osaka kız lisesi mezunuymuş diye duydum…
* hadi iyi günler!…
* tmm chaw.
Not: Dergimizin çıkacağını son anda haber aldığım için alalade yazdım. Gülmezseniz ekime, gülmekten yarılırsanız s.kime kadar.
******@***dergi.com (evet ifşa etmeyeceğim)

#2

İşimde yok gücümde köşeni yazmamışsın bak burda, kınadım seni. Boş basmışız orayı.

Mr.Z ile geçirilen koca bir cumartesi gününden sonra herkesin ağzı kulaklarındaydı. Yolculuk esnasında yerüstü ve yeraltında yaptığı birbirinden değişik hareketlerle insanları kah güldürdü, kah şaşırttı. Tabii bizlere de dergimiz için bir sürü malzeme sağladı. Ancak bu sayımızda şahsen ben, Mr.Z’nin ilk sayıdan sonra birden ünlenmesini ve birçok kesim tarafından aşırı sevilmesini işlemek istedim. Malum yerim kısıtlı. Cumartesi günü çıkan malzemeleri de ileride aktarırım inşallah.

Selametle, ……
(Mail ile ilgili bir not var burada;
hala mail adresi alamadım,
explorer hata verip duruyo,
kusura bakmayın, iyi günler…)
#3 

?Böyleyken Böyle

*Günübirlik, günaşırı, şöbiyet, kompresör, şarampol, fevkalade kelimelerinin en az birini sevmeyenler 3 Şubat 2008’de günübirlik Nijerya’ya gidecekmiş.
* Sağ ayaklı sol bekler toplanıp galeri açacaklarmış.
* Hesap makineli saatler vardı. Ne oldu onlara?
* Hollanda sular altında kalmış.
* Dünyanın en güzel ülkesi Avustralya imiş.
* Nacho kapanacakmış.
* Ne zaman?
* Salı günü.
* Yapılan ortamların verdiği gaz ile, parasız olunmasına rağmen “buyur karttan çek!” denilecekmiş.

Not: Yayınlayamadıklarım için dergi çizer ve yazarlarından özür dilerim. Anı olsun diye buraya taşındı bir kısmı. Yoksa duruyor hepsi.
Merak: Nerede yayınlandı bu dergi? Gizli….


Kırmızı – Yeşil : “B”

Bundan iki ay öncesine kadar yeni yıl için bir düşüncem vardı. Olmadı. Yani olacak gibi durmuyor. Sadece heyecan. Belki de ne kadar değiştiğimin göstergesiydi. Bir insan iki ay sonrasında başka bir değişim sürecine giriyor bu kez. Değişiyorum, evet. Eskisinden pek fazla götürmesini istemiyorum. Kötüleri alsın sadece. Bozulanları. Ha, bu arada, yeni yıl için düşüncem vardı derken; kutlama için değildi. 19 Ocak içindi. Beraber kutlayacağız yine. 19 Ocak için gerekenleri sağlarsam neden olmasın diyorum ayrıca. Yani eski ben, yine eski ben. Olsa ne güzel olur. Burada merak uyandırmak değil aslında amacım. Ya da uyanın! Merak uyanın!

Bir şarkı var, yazması zor şimdi. Üşendim. Latin harfleri ile yazarsam bir işe yaramaz. Hemen anladık! Rusça evet. Çok güzel, onu söyleyeyim dedim.

Bu yazdıklarımdan bir sonuç çıkarıyor muyuz? Hayır. Çıkar gibi oluyor da çıkmıyor. Benim söylemek istediklerimi yarım yamalak söylememden kaynaklanıyor bu. Yani, hem söylemek istiyorum hem de tam söylemek istemiyorum. O yüzden yani. Neymiş? Bir düşüncesi varmış ama olmayacakmış. Nedir düşünce? Belli değil. Neymiş? Bir şarkı varmış, çok güzelmiş. Nedir şarkı? Belli değil.

Hadi biraz gerçek şeylerden bahsedelim…

Fotoğraf çekmesini bilmeyenler çekmesin. Ben çok mu biliyorum? O yüzden değil bu sitemim. Alıyorlar milyarlık/binlik fotoğraf makinelerini, ondan sonra çekiyorlar da çekiyorlar. Sinirleniyorum! Hayır tamam anladık seviyorsun da, biraz güzel çek ya! Ondan sonra Facebook notification alert! Bakma kardeşim zorla mı? Bakıyorsun işte. Bak bak sinirlen.

Dün portakallı nargile yaptım. Çok şahaneydi. İlk defa tek olarak içiyorum. Yani karışımların içinde olurdu portakal ama bu kez tek başına sahnedeydi. İyi oluyormuş. Kış nargilesi işte.

Bu arada yine acayip acayip rüyalar görmeye başladım ben. Filmlik olan çeşitlerden. Hayır bir de rüya yarıdayken uyanıyorum, sonra tekrar uyuyorum rüyanın sonunu görmek için. O bitiyor, bir diğeri başlıyor. Ben de uyudukça uyuyorum. Ne olacak böyle? Bir rüya programı olsa, seansları falan bilsem de o saatlerde uyusam olmaz mı? Yoksa 20 saat uyuyorum arkadaş.

Salı günü deneylere başlıyoruz morla ile. Haydi hayırlısı diyorum. Zevkli olacak ilerleyen haftalarda.

MSN Edit: Bugün Fenerbahçe – Beşiktaş maçı vardı. Fenerbahçe 2-1 yendi, tamam. Ben de Fenerbahçe’yi tutuyorum bilindiği gibi. Sevindik, tamam. Sözüm Galatasaray’ı tutan arkadaşlara: Neden Beşiktaş’ı kutluyorsunuz? Bu nasıl bir nefrettir? Böyle şeylere sinirleniyorum işte. Ondan sonra nefret et Galatasaray’dan. Olacak iş mi? Gidin kendi takımınızla ilgilenin!

Rahatladım…
“salak şey :)”

O Değil de Başlık Nerede?

Sanırım o sabah uyandığımda her şeyin normal olacağını düşünmüştüm. Her sabahki gibi de diyebiliriz buna. Evet, geçen sabah uyandığımda hiçbir şey normal değildi. Hababam Sınıfı’ndan bir melodi olan *inek obasıı uyaaaaaaaan* nidalarıyla babam hunharca beni uyandırmıştı. Evet evet bu tam olarak babamdı. Peki babamın o saatte evde ne işi vardı? Bunlar sabahın 10’unda bir soru işareti olamaz mıydı? 

Neden uyandırmıştı acaba beni? Niyeti yalnızca eziyet etmek olabilir miydi? Neden olmasındı? Babalar annelere göre daha taş kalpli değiller miydi? Babam beni o halde uyandırmaktan büyük keyif almışa benziyordu. Belki de babam Michael Emerson‘a benziyordu. Bunun o an bir önemi var mıydı? Bence yoktu. Düşündüğüm tek şey uyandığım saatti. Çok uzattığımı farketmiş olmalıyım ki artık kendime sorular sormayı kestim. Bir uyandırılma arkasında bunca düşünceyi getirebilir miydi? Neden diye soran gözlerle baktım babama… Eğildi bana doğru: “Git dip boyanı yaptır. Bu haline despırayt houzvayflara benziyosun” dedi. Bu da ne demekti? İşin önemli kısmı babam bu cümleyi nasıl kurabilmişti?

Uyanıp hayatımın kurtarıcısı olan google‘a girdim. Duyduğum şekilde yazdığımdan biraz zor oldu bulabilmem. Ama en sonunda ‘desperate housewives’ kavramını öğrenmiş oldum. Peki babam bu sırada ne yapıyordu? Akşamları bizi samanyolu izliyorum diyerek kandırıp cnbc-e mi izliyordu?? Bunca soru artık fazlaydı. Birileri cevap vermeliydi….

Evet daha sonra çıkıp giyindim. Çıktıktan sonra giyinmedim, tabiiki de önce giyindim. Bi’ yandan da despırayt houzvayf cümlesini telaffuz etmeye çalışıyordum. Bu bilgi gerekli olabilirdi. Kuaföre gittim, tanıdık kuaför. Ucuza kapatabilirdim boya olayını. İçeri girdim. Selam verdim tabii öküz değilim ya! Belki de öküzdüm. Bunu kim bilebilirdi ki? Saçıma ne yapılacağına karar vermeye çalışıyorduk. ‘Ne istiyorsun?’ dedi. Despırayt houzvafy olmak istemiyorum dedim. ‘Ne diyosun?’ dedi. ‘Ben de bilmiyorum’ dedim. Ne yapılacağına sonunda karar verilmişti. Uzun bir gün beni bekliyordu…

Saçımı boyayan çocuğun bana aşık olabilme ihtimalini sevmiştim belki de. Daha doğrusu böyle bi’ ihtimali düşünmemiştim. Zaten hiç tipim de değildi. Tipim olsa ne olacaktı ki? Zaten bir sevgilim vardı. O zaman ben ‘despırayt’ değildim. Bu yalan değildi, çocuk aşık olmuştu. Belki de basit bir hoşlanmaydı ama *lönk* diye belliydi işte. Rahatsız edici bir durumdu. Kaşınan kafamı kaşıyordu. Bu ne iğrenc bir şeydi? Kuaförlüğün cilveleri miydi yoksa?

Bundan sonrası macera olamazdı. Saçı boyanırken ‘SAW V’i izleyen tek müşteriydim belki de. Ama sonunu görememiştim. Açıkcası bu konuda herhangi bir merakım da yoktu. Ölen ölmüştü zaten. İkinci boyada hala aynı çocukla karşı karşıyaydım. ‘Çabuk seven çabuk unuturmuş’ diye bir laf vardır. İşte o misal unutmuş beni. Üzüldüm la sanki. Yok artık daha neler. Sevinmiştim bir an için belki de. Artık yapacak bir şey yoktu. Giden gitmişti, kalan sağlar benimdi. En iyisi filmin sonunu izlemekti. Filmi de kapatmışlardı. Söylenmek olmazdı. Zaten kaç saattir buradaydım. Yeterdi yani. Zaten saçlarım da boyadan yanmıştı tanıdık diye bir şey de diyemiyordum. Zaten ucuza kapatmıştım boyayı. O da herhalde nasılsa tanıdığım diye bozuntuya vermemişti. Birbirimizi bozmadan çekip gitmek en doğru karardı.

Sonunda saçım bitmişti, cebimde para da yoktu. Ne olacaktı? Ne olacağını biliyordum, zaten bunu bildiğimden buradaydım. ‘Babam halledicek bi ara uğrayıp’ dedim, yüzümde hayatımın en samimiyetsiz ve yapmacık gülüşüyle. Kabul etmeyecek hali yoktu ya? Saçımdan boyayı geri mi alabilecekti sanki? Ben rahattım da, o sanki ‘bi daha gelme lan’ dercesine bakıyordu. Olsundu. Sonuçta saçlarımla desperate housewives değildim artık. Mutlu ve huzurluydum…

Damla Notu: Hatta bu da yıllardan sonra yazdığım ilk hikayeydi. Bunu ancak sneyl‘e emanet edebilirdim. Hatta hediye edebilirdim..!! Ne de olsa kadim dostumdu, hikaye komik olmasa da buna gülebilirdi. Ama yaşanmışlık vardı. Güle güle kullan sekooww =)

Sneyl Notu: Güldüm güldüm. Sağol. *yıh yıh yıh* Hatta; *ihigşhighhşigjşgh* (bire bir gülüştür bakabilirsin) Emanetini aldım. Canım, cananım. O değil de bunu yorum olarak yazabilirdim de ne gerek var lan? Benim blogum değil mi? İstediğime yazamaz mıyım? Yazar mıyım? Bak hikayeden etkilenmişim. Sürekli soru soruyorum. O zaman; Lip – tın!

Aaawesooome..!

Aldım!

article 77:
a bro never cries. (Mutluluktan ama lan!) (şş!?) (Valla bak) (…)

Neyse daha vakit var. Geliyor…

It’s gonna be legen —

Wait for it!….

High Speed

Kelimelerim keskin değil, acıtmıyor. Kalemim uzun değil, kelimelerimi esirgiyor. Söylemek istediklerimden ibaretti hepsi. Kumrulaşamadı. Kanatlanamadı. Uçmak yerine, adım adım merdivenden çıktı. Sıradan oldu. Oysa ki uçmalıydı. Kanatlanmalıydı. Ben zaten merdivenden çıkıyordum. Basamaklar çoğaldı. Çok bilinmeyenli oldu. Oldu. Bitti.