Logi House

sadece bu değil tabi.
“what is your favorite animal” sorusuna “recep ivedik” yazan öğrenci enstantenesi “2010 risk budur student oscars” dalında en cesur sahne seçilirken, “what is your favorite plant” sorusuna “nilüfer” demeye çalışırken “water flower” diyen arkadaşına “su çiçeği hastalık olum salak mısın, naylıfır diycen” diye ayar veren öğrenciyi ise “2010 Genç Girişimciler” yarışmasında “En ağzına burnuna girişilesi öğrenci” seçiyorum.

consider me a satellite forever orbiting…

ne mutluydum halbuki…

okuldan erken çıkıp gelip üstümü değiştirip dışarı çıkıyorum. mutluluğuma uysun diye kırmızı bir atkı, siyah bir ressamcı şapkası…

herşey telefonumu kaybettiğim arada telefonu bulup kaynını arayan hayvandan bana hatıra kalan 170 liralık telefon faturasını öğrenmemle başlıyor. evlat acısı gibi o oturuyor bu bir.

sokaklarda böbreğimi çalmışlar gibi nasıl delicesine geziyorum. gelecek aya tasarruf planlarının içine bu fatura da eklenince vitrine mitrine bakamaz oluyorum. kafam yerde yürüyorum böyle. hıncımı ucuza kapatabildiğim külahtaki kavrulmuş yerfıstığının kabuklarından, 1 liralık kese kağıdı içindeki yeşil eriklerin çekirdeklerinden çıkarıyorum deli gibi sağa sola saça saça ilerliyorum (erikçi : abla hemşiremisin?). daha da uzaklara gitmek lazım, bu düzgün taşlı yollardan ayrılmak, biraz kafa dağıtmak…

böyle durumlarda bana iyi gelen bir yer var orayı körün bellediği gibi her seferinde tavaf edip içimi serinletip döneyim diyorum. bakır seslerinin, baharatçı kokularının, renk renk patiklerin, kilimlerin, kokulu sabunların arasında başım döne döne geziyorum. ben ordayken artık orda değilim aslında. herşeyi kucaklamak, tek tek koklamak, dokunmak istiyorum, tabi bir de hepsinden tatmak, hepsini takmak, ama param yok o zaman hepsini çalmak! evime doldurmak sonsuza kadar hiç çıkmamak evden. bir tezgahta paslı haçlar, yosun tutmuş kocaman kapı kilitleri, kilise şamdanları buluyorum.

– ne kadar?
+ 25 lira apla.
– eh gerçek değiller heralde, 25 lira olur mu şu caaanım şey?
+ eskiden de herkesin evinin kapısının anahtarı varmış, dolu var bunlardan. hemşire misin apla?

(içimden sktir diyorum tabi ki, hançerlerden birinin üzerine basılmış küçücük “hasan edem” yazısını görünce)

kilimleri elleyip, lavantalı keseleri koklayıp düş tekrar ana cadde yoluna. çantamın kopan sapını diktirmek için verdiğim ayakkabıcıda taht gibi koltuğa oturmuş şişko hacı kılıklı patronunun ayakkabısını eğilip silen zayıf çocuğun fotograflarına bakarken çırak resmen uykudan uyandırıyor beni müthiş sorusuyla”hemşire misin apla” diye. yeter lan diyorum artık. hemşire deyince akla gelenler malum… meğer burdaki özel hastanelerin birinde çalışan bir hemşireye çok benziyormuşum. öyle diyor ayakkabıcının çırağı. çıkarken arkamdan bağırıyor “medikal parka yolun düşerse git gör apla ikizin yeminle”.

Yürürken yolda gözüme ilişiyor, Tee-peem le hep gittiğimiz o küçücük blues çalan çatı katı kafe kapanıyormuş, camına “satılık” yazmışlar. boğazıma bişey oturmuş gibi oluyor. sadece senin bildiğin çok şahane bir grubun dağıldığını öğrenmek gibi bir duygu uyanıyor içimde. gittiğimizde sessiz sedasız işini yapıp birimize kırmızı diğerimize yeşil kupada çay, yanında kurabiye getirecek kimse olmayacak orada. Tee-pee “şu adama bak bayılıyorum yahu” demeyecek duvardaki kahkaha atan zenci adamın resmine bakıp. küçücük masaya sığmaya çalışıp müziği ciğerimize kadar çekemeyeceğiz. orayı başka bir şeye çevirirler muhtemelen kırmızı popüler koltuklu, duvarlarında rengarenk tablolar olan hamburgerci filan gibi bir yere. ruhunu çalarlar kafenin. bu boklu şehrin nesine zaten böyle bir yer…

p.s: ben neden herşeyi bu kadar dramatize ediyorum. eğer cehenneme gideceksem bir gün tanrımdan ricam zahmet etmesin ben kendi kendime yolu bulurum, öyle de iyiyim bu işte…

BİM insan olsa evlenirdim

cuma günü akşam ofisten çıkarken itin biri haftasonu şunu yapalım mı diyecek diye ödüm kopuyor. gitsen öl geber yorgunluktan, ultimate frisbee denen bi bok çıkardılar her hafta oynanır mı ya zağar mıyım, tazı mıyım ben neyim? insana benzemeyene kadar uyuma planları yaparım cuma sabahı kalkarken.

hayır gitmem yani hiç sorun değil de, gitmezsem de nebçim eğleniyolardır diye evde kendime ugly betty muamelesi eder, ha koçum ha ev temizliğiydi, gardrop management 101 di, crazy in love eşliğinde zenci danslarıydı filan derken bakarım aynı kapıya çıkmışım. lan hani yorulmamak için evden çıkmayacaktım ben?

bu cumartesi pazar dedim birazda ugly betty olalım, haftanın her günü de kim kardashian olamam ya haushauahsuah. neyse allah sizi inandırsın cumartesi günü bir insanın kahvaltılıkların yanına ek olarak hazırlayacağı herşeyi(ki omletin içinde hem sucuk, hem ceviz, hem patates, hem peynir vardı) kahvaltılıkların yüzüne bile bakmadan yedim, yedim, yedim. kendime geldiğimde tnt hala açıktı. yere öylece serilmişim. kanalda bir hülya avşar filmi. dedim bari oturayım izleyeyim. bence kız olduğunu zanneden herkes izlesin o hülya avşar filmlerini. o nasıl uyumadır ya, insan öyle mi nefes alır uyurken, ben trake solunumu yapıyorum geceleri halbuse. o kombinezonu nasıl bi çıkarma, lan ben neyse bişey demiyorum.

başka bir kanalı açtım gene hülya avşar. yalan söylüyosam daş olayım, baş bir kanalı açtım gene hülya avşar filmi. lan dedim yoksa kadın öldü mü? hemen gidip bi sourtimes ı açmaca filan. ve ohhhh rahatlama…ölmemiş. ölme hülya avşar ölme daha bana kombinezon nassı şapılır filan ölme yani kısacası.

evden çıkıcam hem de torrent öğrenmişim, üstelik de görmemişim, neden apartmanda bugün internet kullanacakların ağzına tükürecek birşeyler indirmiyorum dedim ve elimi yine de vicdanıma koyup izlediğim ilk 20 bölümünü refüze ederek death note un kalan 17 bölümünü indireyim dedim. Allah ne verdiyse… Allahım sen kızlara çok bilgisayar bilgisi verme Allahım.

market alışverişi en büyük hobim. tee-pee nin feleğini şaşırtmışlığım var, 6 saatlik non-stop alışveriş rekorum var, halel getirirmiyim performans düşürür müyüm? bi 1 saati de g.t kadar BİM de geçirdim desem ne dersiniz can dostlar? fakat BİM e girince yüreği sıcacık duygularla dolmayan insan türk değildir.

çıkarken de nasıl bilinçsiz giyinmişsem, üstümde tişört onun üstünde kapkalın bir hırka, hava da böyle uzun kollu ama ince bluz havası. ne yapsam ya donuyorum, ya yanıyorum. sonra “o”nu gördüm. nasıl ki kış mücadelesinin temsilcisi “kardelen”se, henüz gelmemiş yaza isyankarlığın sembolü de “flip-flop lu şortlu ekmek almaya çıkmış üniversite öğrencisi”dir. onu markette yoğurt ekmek kola alırken gördüğün gün benim için yazın başladığı gündür. soğuktan kollarım kaskatı olmuşken, elimde salladığım nalet kalın hırkayla havalı havalı eve doğru yürüyordum…

p.s: dünya gününüz kutlu olsun. golümü atarım dansımı yaparım hesaaaaabı.

too much bulgur not enough maydonoz!


beni o yatakta dilim dilim doğrasalar 6:30 da kalkarmıydım acep ? yo dostlar yo deli filan öpmedi, sadece bugün amerikaya dönecek caroline için parti veriliyordu bizim de yiyecek bişeyler getirmemiz gerekiyordu. kapıya listeyi asmışlar bir baktım kızlar adlarının yanına şuraya yazsam klavyelerinizi salyaya boğacak türlü yemek isimleri yazmışlar, lan dedim benim ne eksiğim var?
makarna salatası, puf börek, havuçlu kek gibi alengirli işler yerine gene ben en iyi bildiğimi yapayım dedim: KISIR TABİ Kİ NE OLACAKTI? geleneksel her daim candır unutmayın, bundan yüz yıl önce makarna salatasımı vardı sorarım? oysa yüz yıl sonra ben eminim ki kısır yine olacak. ileri görüşlü bir insan olduğumdan yüz yıl sonrasını da düşünerek malzemelerimi aldım eve getirdim. akşamdan malzemeleri yıkadım kuruttum, doğrayacaktım ev kokmasın dedim yattım.
sabah 06:30 da şeytan dürtmüş gibi uyandım. şöyle onlara madem türksün göster ürksün tandanslı bir kısır yapmak, amerikaya gidene kadar midelerinde dansedecek bir lezzet şöleni hazırlamak istiyordum. bulguru koydum, üzerine suyu ekledim. tabi ben bunları yaparken aklımda bir yanda steynie nin keçibacağı macerası, keh keh gülüyorum içimden “len erkekler hiç mi bi b.k beceremezsiniz” diye. neyse maydonozları ve soğanları doğradıktan sonra acı bir gerçeği farkettim dostlarım. ben o bulguru hayvancasına çok koymuşum suyu da yiyince bu olmuş bir bulgur dağı. doğradığım maydonoz ve soğan köşede cücük gibi kaldı.
haydiiiiii bir daha baştan maydonoz, biber,soğan,salatalık yıka, kes, doğra. salçayı koydum baktım az geldi. bu defa acısı çok olmuş biraz daha domates salçası. yağı az olmuş biraz daha ekle. azcık daha salatalık doğra. pul biberini bol dök, tuzunu da kat, aman tuz çok olmuş biraz daha limon suyu ekleyeyim derken… kısır bildiğiniz ek kontenjanla girmiş öğrencilere yetecek kadar filan bişey oldu. hayrıma sokaktakilere dağıtsam 40 yıllık sevaba batar çıkarım öyle çok oldu.
devasa kabı koydum bi poşete, bindim otobüse. indiğimde tüm otobüs buram buram soğan kokuyordu, daha zebehten açtım bebelerin zekasını. ama asıl olay ofise geldiğimde kızların dolma, saray lokması, padişah oturtması filan gibi bombastik şeyler yerine pastaneden alınmış poğaça, hazır sigara böreği, çerez gibi abur cuburla gelmiş olmalarıydı. boşuna mı uğraştım lan ben o kadar? sinirlendim.
eğer o kısırın bir kıymığı kalsın, zorla boğazlarına sokup mide sindirimine de yardımcı olucam. çektiğim cefaya değsin bari!

p.s: fati’nin filmini ararken şunu buldum. güzellllll.

döner olamayan piliçlere…


ben yazmayınca sanki kimse yazmıyor gibi geliyordu ki, bi de baktım zaten kimse yazmıyomuş, allammmm şükür derin bir ohhhh çektim.
nabıyonuz demek isterdim o denmiş. ohhh kovulmamışım lan hala yazarım demek isterdim o da denmiş. söyleyecek laf bırakmamışsınız bana. o zaman yeni bir haberim var. haziranda rammstein, manowar, metallica, slayer hepisi toplaşıp bize geliyolarmış bir manimiz yoksa. yıl 1999- kjb “sizin metalika, çivili çizme giyip cücük eziyormuş töbe bism gavırlar…”
yıl 2010- kjb ” ay buyrun gelin, vallahi de ortalık dağınık biraz kusura bakmayın ev hali.”
diyeceğim odur ki dostlar geçen 11 yıl içinde metale olan ilgim arttı, bugün gel cücük ezici olarak işe gir deseler, bir gıdım beklemem gider girerim, öyle de medenileştim.

ps: lan bi de şu çıktığında ne heycanlanmıştık ha!

aha ben de yazarmışım::

flash forwardın adı flash back olsun bence abi. dizi toplamda 10 bölüm zaten, 8 bölümdür bunların öngörülerinde ne gördükleri bütün ayrıntısıyla gösteriliyor. her bölümde ama ya her bölümde lan. dizinin zaten bi 15 dakkası bir öngörü tekrarıyla geçiyor. kalan 15 dakkada da neşeli şarkılar eşliğinde dehşet sahneler sunuluyor. şunu diyebilirim ki şu şarkı eşliğinde sunulan sahne uzun zamandır en çok etkilendiğim sahne olmuştur. defalarca izledim, şarkı da bebeğim oldu daha ilk günden. zaten joga dan sonra o kıza bir “eline sağlık şaptın belamı” demek şart olmuştu. fakat bu da başka güzel be. müzikal zekasından öperim. ayrıca bütün ameleler gibi internetten dizi izleyip kendi aramızda yorumlaşıyoruz arkadaşlarla çünkü biz genciz.

10 soruda hello mortingen şıtraze

işbu test sadece bayanlar için hazırlanmış olup browskileri zerre alakadar etmeyecek ögeler içermektedir. gene de okuyacaklar tabi biliyoruz da sonra vay ben duymadım vay ben bilmedim olmasın. lets get it started!

1.modası 13 yıl önce geçmiş yavruağzı,camgöbeği,deve tüyü gibi garip renklere sahip triko bluzlara sahipmisiniz?

2. saçlarınızı kısaltma eğiliminiz kocanızla asker arkadaşı olacak kıvama kadar geldi mi?

3. saçlarınız fındık kabuğu veya röfleli mi?

4. yaşınızla çamaşır suyu tüketme arasındaki doğru orantıya saplanalı yıllar oldu mu?

5. leopar desene sempati duymaya başladınız mı?

6. lise öğrencileri içinizde “salak bunlar” dan ziyade “çocuk ayol bunlar” duygusunu uyandırıyor mu?

7. abuk subuk cıncık türevi yerine bülent ersoyvari ağır taşlı etnik küpeler yüzükler kullanmaya başladınız mı?

8. dolmuşa bindiğinizde arka sırada oturan beşli öğrenci grubunun sürekli gülüp bağırması sinirinize dokunuyor mu?

9. kulağınıza deldirdiğiniz 3. deliğe küpe takmayalı 1 yılı geçti mi?

10. yıllar geçiyor vakit bir türlü geçmezken diyen yazarın burda ne anlatmak istediğini daha iyi anlıyormusunuz?

eğer yukardaki soruların en az 4üne evet cevabı veriyorsanız bye bye teenage diyebilirsiniz rahatlıkla. welcome to hell.

p.s: hele o 6. maddedeki “ayol” u hiç yadırgamayıp anında özümsediyseniz ölmüşünüz de gömenininiz yok lan sizin! aysberge bindirip göndericiğim sizi, buyurrrrrrr yolluk da hazırladım, onyx ten geçerken bozukluk lazım olur filan ohhhhh hadi yine iyisin lan okuyucu.