“kendi sabrını deneyen taş”

sakin sakin yazmaya çalışacağım birazcık da. kendimi anlatamamın sebebi hep bağırarak konuşuyor olmam sanırım. kavgalarda bile ciddiye alınmıyor artık bu atarlı hallerim. ben artık kendinin zor duyduğu bir sesle konuşup etrafındakilere derdini anlatabilen bir kız olmak istiyorum.

başkalarına benzemeyeyim diye direnmekten, sırtımı bir yere yaslamaya korkmaktan, sürekli g.tümü kollamaktan, herkesten çekinmekten, umursamıyormuş gibi davranmaktan yoruldum. ilkokul çağımdan beri hep “erkeklerle daha iyi anlaşırım” diyen kızlardan oldum sanırım. sebebi kızlarla iyi anlaşamamam değil, “kız gibi olmak”dan çekinmemdi. ne bileyim annemiz bize böyle öğretti. kızkardeşlerim ve ben hep hanım hanımcık, ama asla “hanım” olamadık. annemiz de böyleydi çünkü, kadına has zayıflıklara sahip olmak ayıp gibi sanki, ne derece zorda kalırsak kalalım saklamasını iyi öğretti ailemiz bize. koca istanbulu gezerken bütün kızlar ellerinde ne kadar ağırlık varsa yanındaki erkeğe yıkmışken gururumdan kocaman sırt çantasıyla gezdim bütün gün. anasının nikahına park edilmiş arabaya kadar topuklukla yürüdüm gocunmadım. hiç bir erkek arkadaşıma pahalı hediye aldırmaya çalışmadım. gece dışarı çıkmaya çekinenlere gıcık oldum. erkek yanı da olsa yolculuk ettim. garaja gel beni al demeyi kendime yediremedim. “ay orası çamurlu yürümem ordan” diyen kız ben olmadım hiç. yıllarca pullu payetli çantalara tokalara yüzüklere üstten baktım. çabuk yorulan, üzülen, ağlayan kadınları kınadım kendimce. kızları da alsınlar askere dedim. babamdan gelen parayı kabul etmedim, kendim çalıştım para kazandım okudum. alışveriş muhabbeti yapan kadınları aşağılayan erkeklerin karşısında ben utandım.ipek ongunu gizli gizli okudum. kötü söylemek meziyetti, küfretmeyen kızlara ayar oldum. “artık sen beni hiç sevdiğini söylemiyosun” demeyi ölüm bildim, gerçekten artık beni sevdiğini hiç söylemiyor diye düşünsem de dile getiremedim. ve tüm bunlar olurken ben erkek fatma değildim. gayet “hanım hanımcık” bir kızdım! bunu da korumayı başardım, iyi eğitilmişim demek ki…

tüm bunlar bir süre önce geçti. şanslıydım çünkü iyi bir ilişkim vardı, ben tüm bunlardan kaçmamayı öğrendim.hala da çok “kadın”ım diyemem ama insan doğasına aykırı yaşayamaz suyu akışına bıraktım, artık utanmadım o kimlikten, soğukta üşümekten, üzülünce ağlamaktan, sevilmeye ihtiyacım olunca “sen artık hiç beni sevdiğini söylemiyorsun” demekten… tüm bunları yaptım da iyi mi yaptım? tam şu bulunduğum noktada ben bunu bilmiyorum artık. çok zor geliyor şimdi bu kadar “kabuksuz” olmak…

kısa-kısa-kısa

-“yeğenini dünyanın en tatlı bebeği sananlar” diye bir grup açayım feysbuka üşenmezsem.

– “popopopopopopopopopokır feys” şarkısının ezberleyebildiğim bu tek kısmı beni bir duş boyunca idare ediyor saolsun.

-“nerd tişörtü” diye birşey var. tee-pee nin ikinci derisi gibidir bu yavrular. severiz.

– “ben beyaz atlı prensimi bekliyorum hıh” dememe gülen ve sadece tişörtündeki yazıyı gösteren bir deliğanlıya her gece cam açıyorum hehehehehehe:: (good boys don’t always wear white)

-en lüzumsuz günlerde takım çeket topuklu, administration katına çıkacağım gün illaki beyaz body-konvörs giyiyor olmam…

-haftasonu sulama havuzunda şaapan kurbağalara taş attım. pişman değilim.

-duta abanacam diye yılın ilk nurtopu amele yanıklarına kavuşmuş oldum. üst yanım biyonsi bundan böyle. dizim de sıyrılmış ağaga tırmanırken. scar legs meh meh::

-canan saka nın sevgili yapmış olması yürekleri yine ağza getirdi sayın seyirciler. merakla bekliyoruz. ayrılmayacaksa feysbuka ekleyelim, oğlanı da beğendim ha! enişten öpüyor canım::

– en az 15 yıllık reşat nuri okurluğundan sonra -ki bu da herifin tüm külliyatını bitirmeye tekabül ediyor çocuk aklı işte- pedofiliye yatkın olduğunu farkettim.

– hayatımda kendimi en huzurlu hissettiğim yerlerden biri “edebiyat ve retorik” kategorisine yakın bir yerlerde bulduğum serin bir koltuk bu aralar. g.t kadar kütüphanede deryaya denize dala dala okuyorum.

– kaybolan değerlerimiz: kısa kollu gömlek tişört kollarını kıvırarak caka satmak.

-okulda yapılıcak parti için o afişi kim hazırladıysa kendisini bu kadar türk bir motto bulduğu için tebrik ediyorum. ” o gün yapılıcak daha iyi bir işim var diyorsanız, olanları arkadaşlarınızdan dinleyeceksiniz. sonradan üzülmeye değer mi hiç ???” (üç soru işareti koyyy, vurguyu arttır)

– blogdaki arkadaşlar böyle havalı bilişim terimleri kullanıyorlar filan çok özeniyorum o zaman. siplasplas bilen sevgilim var, ondan mı öğrensem netsem?ondan evvel kendilerinin isimlerini öğrensem de iyi olur aslında.

-sınava kadar tee-pee yi üzmeyeyim derken “ayşe teyze” olmuşum yanlışlıkla. aklı ben de kalmasın diye dışarı bile çıkamıyorum. duy bunları tee-peem!

-ismi gerard olup da karizmatik olmayana, fernando olup da yakışıklı olmayana rastlamadım. frekans ölçümümü izlediğim iki aktör, iki pembe dizi bir gerçek hayat oğlanı üzerinden yaptım.

eskidji 2

ben buraya çok duygusal kızsal şeyler yazamıyorum çünkü;

1. tee-pee de okuyor (zor kadınım filan gibisinden.)
2. burası oğlan dolu (adımız iclal aydına çıkıyor.)

ama hani gece oluyor ya. hani herkes uyuyor ya. ben o zaman karşıdaki inşaat manzarasına karşı bir slim yakıp efkarlanıyorum. hem de neyle? şunla mesela. bukowskiden neyim eksik derim, mavi kuşum yok ama arabesk canavarım var en alasından. salıyorum geceleri ortalığa darmaduman ediyor saolsun.

insan kendiyle çok başbaşa kalınca herşeyin muhasebesini yapa yapaaaa afidirsing bünyenin içine sıçıyor. eskiden taptığın şeylerin bir boka benzemediğini, herşeyin zamanla nasıl şekil değiştirdiği filan görüyorsun. kafanda misal tarla kadar geniş hayal ettiğin bir bahçenin göt kadar bir yer olduğunu farkediyorsun nice zaman sonra, ki başıma gelmiştir ben çocukken . bir insan büyütmüşsün gözünde yıllar yılı, birden farkediyorsun küçülmüş, alçalmış filan mal gibi bişey olmuş. o noktadan sonra vur artık kafanı duvarlara. öl geber istersen, birşey değişmeyecek…

olay: gece gece adamı şapan şarkılar dinlemek filan gibisinden
yer: yatak odası
zaman: buna da oluyor bi 2 ay

hepsi okumuş çocuklar

kamyonla işim var, bir soru sorayım sonra çekip gideceğim. benim “science” merakım, ortaokuldayken aldığım ingilizce fen dersinde ezberlediğim ingilizce tanımların ötesine geçememekle birlikte, seviyorum ne yapayım kafam basmıyorsa ayıp mı günah mı? şimdi bir soru soracağım, bilgisi olan beni aydınlatsın canını yediklerim.

şimdi okulun güneş almayan bir kısmında yere bir hendek kazılmış ya da çukur herneyse. boyu 4-5 metre, eni yarım metre kadar filan. şimdi hendeğin iç tarafındaki bir cepheyi boydan boya pembe poliüretan köpükle kaplamışlar tamammı? toprak beyaz toprak, hatta beyaz kayaç da diyebiliriz. gözlemlediğim zaman diliminde oraya hiç güneş vurmamasına ragmen o pembe renk karşı cepheye yansıyor. yani hendeğin içi bir nevi “pembeleşiyor”. bu yansıma nasıl olur ya gözünüzü seveyim? yansıdığı şey bildiğimiz “daş” hem de en matından. köpük desen parlak değil filan. what foot?

aşk-ı memnu gecesinden manzaralar

çok canım sıkılıyor be brolar, ve kalkıp tek bir işin ucundan tutasım yok. siz de yazlık kıyafetlerinizi düzenlemeye başlayıp kışlıkları yıkayıp kaldırdınız mı? ben daha yapmadım. bu akşam yapayım diyorum da nasip… ayakkabılar filan yıkanacak, ah bir de itoğlu it buzdolabı var içine sızmış sular var temizlenmesi gereken. işler başıma birikince domuz gibi oturup çekirdek-kola-tv yapıyorum afedersin popomu yaya yaya. bir şey bana çok “bağırıyorsa” o şeyi yapamam. sabaha teslim edilmesi gereken bir ödev mi var? boşver yapılmaz bu saatten sonra. uzun zamandır aramayı unuttuğun biri mi var? arama daha iyi. annem illa da şunu ihmal etme doktora mı git diyor? ölene kadar gitmeyebilirim. kanım ağır akıyor. hatta çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi “iman gücüyle akıyor” resmen. misal bizim saka durunamaz. diyelim ki bulaşık yıkanıcak. hadi lan yıkayıp kurtulayım der. tee-pee de öyledir. bir iş yapılıcaksa asla unutmaz, yapar rahat eder. babam pimpiriğin teki, annem satranç bilse 22 hamle ötesini tahmin edip önlem alacak bir kadınken ben kime çekmişim allammm?

bir de yapmadığım gibi, aman sallaaaa yarın yaparım diyebilsem gene birşey ama içimi kurt gibi yer o yer. ay delirium…

bok yeşili giyin yakışır!

yolu tıkayan, dat dat dat korna öttürüp dünyayı gürültü kirliliğine boğan, ezelden beridir bursa hayranıymış gibi davranan götoşlar! otobüsten indiğim an hocaaam şampiyon olamadınız bu sene de yeww diye konuşan öğrenciyi şişleyecektim. lan hangi ara geldin de buldun beni? sinirimden içim şişti, en son brezilya türkiye maçında böyle olmuştum herhalde.

peki ya benim arkadaşlarımla bir olup puştluk yapan tee-pee ye ne demeli?

oğlanlar: yarın ne giysek? beyaz gömlek-yeşil kravat?
ben: hiç zorlamayın, pembe giyin beyler siz.
tee-pee: ya ben ne giysem acaba, yeşil beyaz mı giysem?
ben: hani siz şampiyon olamadınız ya, bugün aldığımız mor tişörtü de giyebilirsin.
tee-pee: olum bu yıl moruz ama alayına koruz!

terbiyesiz, ilkel, kabına sığmayan erkek egosu! 1 topun peşinde onca adam koşup balını kaymağını da yine onlar yiyor, size ne oluyor olum? sana noluyor tee-pee?

bahar şenlikleri filan işte


bir “mor ve ötesi” vardı. ne oldu onlara?
benim lise son sınıfta bitmeye yüz tutan volkmen piline inat “cambaz” ı dinlerdik sınıftaki bir kaç geçiş dönemi gotiği ile. bir de “my immortal” vardı tabi. onu unutsam ayıp ederim. her sınıfa demirbaş olarak masa, sıra, tahta bi de “merve” koyuyorlardı o zamanlar şimdi de aynı mı bilmem, bu merve siyah göz kalemiyle depresyona girebilen, gözünü yıkadığı an normal haline dönüşen bir kızdı. kendini amy lee zannederdi kara kaşlı kara gözlü bodur gürbüz yurdum mervesi. ben de misal parmaklarımın ucuna taktığım minik yüzüklerle özlem tekin olduğumu zannediyordum. o gümüşlere ne para verdim arkadaş ben zamanında. çünkü çok bişeye benziyosun o yüzükleri takınca heee! pembe parlatıcı, saç köpüğü ve johnson’s baby ocean ile güzel olabileceğimize inandığımız günlerdi. “Hey girl” öyle diyordu boru değil. Hey gidi…
aşağıda okulumuzun nadide öğrenci grubu “barış köprüsü” “my immortal”ı çalıp söylüyor. resmen küçücükler daha uçuk pembe parlatıcılı, renkli converse bağcıklı, kulağına delik deldirip deldirmeme konusunda mütereddüt, saçını yeni uzatmaya başlamış ama bi boka benzetememiş, öyle saf, öyle gençler işte… çok da tatlılar abileri ablaları. gruba üye olun facebooktan. nası hepsi birer küçük amy lee, küçük kaan tangöze, küçük jim morrison, kıyamam yaaaa:(

sıkıntı

bana göre arkadaşlar istasyonlar gibidir. durursun, bir süre beraber olursun sonra yoluna devam edersin. hayır yani bunu da tavuk suyuna çorba olsun diye değil, gerçekten başka yapacak benzetme bulamadığım için söylüyorum. bakınız ben de o “dost” ve “arkadaş” ayrımına inanananlardan olmakla birlikte “nolucak lan arkadaşla da gezilir tozulur sonra da unutulur” demiyorum. sadece ilkiyle hiç kopmazsın diyorum.

burda çok sevdiğim bir arkadaşım var. geçen yıl yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi, böyle herşey şahane “ee akşama nereye çıkıyoruz, konsere kaçta gidiyoruz, aman beni almadan geçme”li bir ilişkiye sahipken, masterı bırakmamla ayrılan yollar, adreslerimiz arasındaki büyüyen mesafe, farklı arkadaşlıklar falan filan derken bir bakmışım baya baya uzaklaşmışız birbirimizden.

arada bir görüşelim diyoruz tamammı? ya arkadaş kızı eveylıbıl bulmak ne mümkün? ben aradığımda sürekli şehir dışında o aradığında da sürekli bir yerlere davet ediyor fakat gittiğimiz yerler buranın para-bok apaçilerinin doluştuğu “arkadaşın da iyimiş ha, bana yapsana”lı mekanlar. lan napayım ben senle gelip?yanında bir kere gördüğüm insan güruhunu bir daha göremiyorum. hayatı AVM, bar, canlı müzik, doğumgünü partisi, outlet filan feşmekan arasında geçiyor. evime geldiği zamanlarda bile bende değil, evimin altındaki cafede oturuyoruz, cafenin sahibi babamızın oğlu, her gelen hakkında bir yorum “aha şu bilmemne hastanesinde doktor, şu bilmemne magazasının sahibi, şu bizim şeyin eski nişanlısı, bu kızın bilmemne marka arabası var” filan gibi bin türlü detayı biliyor. ben şaşırıyorum. insan çok gezince böyle mi oluyor ben bilmiyorum. benle görüşmek onun için aksiyonsuz bir geceye mukabil. böyle sevgilisinden ayrılınca filan gelip omzumda ağlamaca gibi.

kızı çok seviyorum. burda yazdıklarımın sonucunda cins bir tikky olduğu sonucu çıkarılabilir fakat değil. yerimde başka birisi olsa çoktan ” ben senin boş vakit değerlendirme aracınmıyım?” der çıkardı işin içinden. fakat ben insanları harcayamıyorum. ulan iyi mi yapıyorum kötü mü yapıyorum bilmiyorum ya…

tavuk bulyon


şimdi yazdığıma tavuk suyu muyu dendi ben de daha compact olsun gibisinden, güneşin içimizi ısıttığı şu günlerde küçük küçük notlar hazırladım saçlarımdaki çocuksu aceleciliğe benzeyen…

1. hıyarla çikolatayı aynı anda yiyince insan bir garip oluyor. yedim ordan biliyorum. köy dokusuyla kent yaşamını birleştiren, şehre hem yakın hem uzak.

2. şimdi şu yukardakini yazarken aklıma geldi. hergün okula giderken yolda gördüğüm tabelalardan, çayyolu izlenimlerimden ve televizyon reklamlarından çıkardığım kadarıyla eğer kör itin öldüğü bir yerde site yapıyosanız, tanıtımda mutlaka “şehre hem yakın hem uzak” mottosunu bulundurmanız gerekiyor. ev almaya niyetlenenler sabah kahvaltıda bazlama, öğle yemeğinde suşi yeriz sanıyor bu reklamlar yüzünden. tutup “gelin de keriz gibi her gün tonla benzin parası ödeyin, en yakın akrabanıza 3 saatte gidin, akşam işten dönerken canınızdan bezin” diyecek değiller ya! isimleri acayip bu evlerin. inanılmaz havalı (aqua peras, yakut villaları, lüksyaşamkent). 90ların çirkin ama havalı isimli çocukları gibi. isme aldanıyorsun fakat bildiğin site.

3. havalı isim demişken sınıflarımın birinde ismi necmettin batuhan olan insan var. her okuyuşta devrelerim yanıyor. tee-pee anlatmıştı, bir arkadaşının dedesinin ismi “berk”miş. baya güldük. hatırladım dün akşam kendi kendime güldüm. aklıma zaytungdaki pelin isimli ilk babaanne torununu parkta gezdirirken görüntülendi temalı espri geldi. benden çok iyi babanne olur yalnız. ismim ve giydiğim deve tüyü renkli ten çorap yakışır yanyana.

4.mesela isim bence önemli bişey. geçen video sitelerinden birinde “zortukkk” diye bir üyenin yazdığı yoruma takıldım. aslında takıldığım koyduğu resimdi. adam gayet bir düğünde çekilmiş takımlı fotografını koymuş, böyle 40 yaşlarında bıyıklı, esmer bir adam. kendi resmi olduğu aşikar öyle feyk filan da değil. insan neden kendine zortukkk diye isim seçer. hadi seçtin niye resmini koyarsın be adam? beğendiği videolar “golf oynayan harika kızlar”, “dünyanın en pahalı arabası”, “türkün türkten başka dostu yok”. video isimlerini uydurdum ama temalar aynı. sanırım bu açıklama yeterli olmuştur.

5.şimdi isim vermeyeyim de “the” yerine “dö” diyor lan resmen. american dream buraya kadarmış.

6.dün hayatımda ilk defa kendi rızamla perde yıkadım ve astım. türkçeye “perde astım” diye bir deyim kazandırasım var.3 gün durmamacasına farfara oynamışım gibi kolum kanadım kırık bugün. sahip olduğum her eşya lavanta koksun diye girdiğim bu sonuçsuz çaba beni ve sevenlerimi üzüyor. fakat kendimi durduramıyorum.

7.sadece çok gereksiz zamanlarda bebek gibi görünen saçlar, neden önemli bir günde puştluk yapıyor?

bu kadar… (bu da romantik çıkış)

edit: zortukk un size linkini vereyim dedim bi girdim siteye adam beğendiği videoları silmiş. lan bu kadar olmaz ya!

edit2: bi de şunu eklemezsem ölecem ya! dün gece tee-pee erkenden yatınca, ben de napayım kalan boş vaktimde türlü gereksizlik. uyandırıp şunu göndericektim de, her gece bir defa uyandırma hakkımı kullanmıştım önceden. link şu. aç da gül.

42 milyon geldi dirdane hanım dinime imanıma!

bir mp3 playerın bir insana yapacağı en büyük puştluk, tam da güneş batarken yolculuk eden ve dışarıyı izleyen birini ordan sadece geçip gitmekte olduğu gerçeğini farkettirip pişman ettirmesidir. görünen manzara, yolun iki yanına sıralanmış kocaman ceviz ağaçlarının arasında giden uzunca bir toprak yol ve o toprak yolun sonunda batan güneşse, çalan şarkıda bütün şarkıların arasına alelade bir şekilde karışmış tamamen tesadüfi bir şekilde çalmaya başlamış bu şarkıysa hadi gel de kabul et, dön o eve, yemek yap, çamaşır yıka, duş al, çeviri yap, yatağa uzan, kapatıp gözlerine diğerlerinden hiç bir farkı olmayan bir pazartesiye uyan. yaşlandığımı hissettiğim şu günlerde kendime it gibi haksızlık ettiğimi farkettiğim her an Üstün Dökmen, Doğan Cüceloğlu gibi adamların kullandığı şu havalı “yaşamı ıskalamak” tırıvırısına daha bir takılır oldum.

sırada cumhuriyet mitingi teyzesi olmam kaldı ki o da şöyle oldu. geçen cumartesi eve gitmek için bindiğim otobüste tamamen tesadüf eseri okuldaki “meğersem birbirine yazıyollarmış da habarımız yokmuş” çiftlerinden birini görmem ve dumura uğramalarını izleyip eğlenmemle, başka zaman olsa he iyiymiş deyip başımı çevirip görmemiş gibi davranmaktansa oğlana ısrarla ” ee nişanlandınız mı?” diye sormamla anlamış bulundum ki, ben cumhuriyet mitingi teyzelerinin tırnağı olamazmışım, ben desti izdivaç rapçi sabiha teyzeye dönüşmüşüm en fazla. bir de her sabah kızkardeşimle günün planları hakkında konuşurken günün 12/1 ni yemek kaldı ki onu da yaparsam, bildiğin nezihe olacam, nejla olacam, hayriye olacam.