Neden uyandırmıştı acaba beni? Niyeti yalnızca eziyet etmek olabilir miydi? Neden olmasındı? Babalar annelere göre daha taş kalpli değiller miydi? Babam beni o halde uyandırmaktan büyük keyif almışa benziyordu. Belki de babam Michael Emerson‘a benziyordu. Bunun o an bir önemi var mıydı? Bence yoktu. Düşündüğüm tek şey uyandığım saatti. Çok uzattığımı farketmiş olmalıyım ki artık kendime sorular sormayı kestim. Bir uyandırılma arkasında bunca düşünceyi getirebilir miydi? Neden diye soran gözlerle baktım babama… Eğildi bana doğru: “Git dip boyanı yaptır. Bu haline despırayt houzvayflara benziyosun” dedi. Bu da ne demekti? İşin önemli kısmı babam bu cümleyi nasıl kurabilmişti?
Uyanıp hayatımın kurtarıcısı olan google‘a girdim. Duyduğum şekilde yazdığımdan biraz zor oldu bulabilmem. Ama en sonunda ‘desperate housewives’ kavramını öğrenmiş oldum. Peki babam bu sırada ne yapıyordu? Akşamları bizi samanyolu izliyorum diyerek kandırıp cnbc-e mi izliyordu?? Bunca soru artık fazlaydı. Birileri cevap vermeliydi….
Evet daha sonra çıkıp giyindim. Çıktıktan sonra giyinmedim, tabiiki de önce giyindim. Bi’ yandan da despırayt houzvayf cümlesini telaffuz etmeye çalışıyordum. Bu bilgi gerekli olabilirdi. Kuaföre gittim, tanıdık kuaför. Ucuza kapatabilirdim boya olayını. İçeri girdim. Selam verdim tabii öküz değilim ya! Belki de öküzdüm. Bunu kim bilebilirdi ki? Saçıma ne yapılacağına karar vermeye çalışıyorduk. ‘Ne istiyorsun?’ dedi. Despırayt houzvafy olmak istemiyorum dedim. ‘Ne diyosun?’ dedi. ‘Ben de bilmiyorum’ dedim. Ne yapılacağına sonunda karar verilmişti. Uzun bir gün beni bekliyordu…
Saçımı boyayan çocuğun bana aşık olabilme ihtimalini sevmiştim belki de. Daha doğrusu böyle bi’ ihtimali düşünmemiştim. Zaten hiç tipim de değildi. Tipim olsa ne olacaktı ki? Zaten bir sevgilim vardı. O zaman ben ‘despırayt’ değildim. Bu yalan değildi, çocuk aşık olmuştu. Belki de basit bir hoşlanmaydı ama *lönk* diye belliydi işte. Rahatsız edici bir durumdu. Kaşınan kafamı kaşıyordu. Bu ne iğrenc bir şeydi? Kuaförlüğün cilveleri miydi yoksa?
Bundan sonrası macera olamazdı. Saçı boyanırken ‘SAW V’i izleyen tek müşteriydim belki de. Ama sonunu görememiştim. Açıkcası bu konuda herhangi bir merakım da yoktu. Ölen ölmüştü zaten. İkinci boyada hala aynı çocukla karşı karşıyaydım. ‘Çabuk seven çabuk unuturmuş’ diye bir laf vardır. İşte o misal unutmuş beni. Üzüldüm la sanki. Yok artık daha neler. Sevinmiştim bir an için belki de. Artık yapacak bir şey yoktu. Giden gitmişti, kalan sağlar benimdi. En iyisi filmin sonunu izlemekti. Filmi de kapatmışlardı. Söylenmek olmazdı. Zaten kaç saattir buradaydım. Yeterdi yani. Zaten saçlarım da boyadan yanmıştı tanıdık diye bir şey de diyemiyordum. Zaten ucuza kapatmıştım boyayı. O da herhalde nasılsa tanıdığım diye bozuntuya vermemişti. Birbirimizi bozmadan çekip gitmek en doğru karardı.
Sonunda saçım bitmişti, cebimde para da yoktu. Ne olacaktı? Ne olacağını biliyordum, zaten bunu bildiğimden buradaydım. ‘Babam halledicek bi ara uğrayıp’ dedim, yüzümde hayatımın en samimiyetsiz ve yapmacık gülüşüyle. Kabul etmeyecek hali yoktu ya? Saçımdan boyayı geri mi alabilecekti sanki? Ben rahattım da, o sanki ‘bi daha gelme lan’ dercesine bakıyordu. Olsundu. Sonuçta saçlarımla desperate housewives değildim artık. Mutlu ve huzurluydum…
Damla Notu: Hatta bu da yıllardan sonra yazdığım ilk hikayeydi. Bunu ancak sneyl‘e emanet edebilirdim. Hatta hediye edebilirdim..!! Ne de olsa kadim dostumdu, hikaye komik olmasa da buna gülebilirdi. Ama yaşanmışlık vardı. Güle güle kullan sekooww =)
Sneyl Notu: Güldüm güldüm. Sağol. *yıh yıh yıh* Hatta; *ihigşhighhşigjşgh* (bire bir gülüştür bakabilirsin) Emanetini aldım. Canım, cananım. O değil de bunu yorum olarak yazabilirdim de ne gerek var lan? Benim blogum değil mi? İstediğime yazamaz mıyım? Yazar mıyım? Bak hikayeden etkilenmişim. Sürekli soru soruyorum. O zaman; Lip – tın!