Bir kapı var. Kapıdan içeri girsen yeni bir evrene ait olmak için.. Ama yalnız değil. Yanında birini götürebilirsin. Seçeceğin kişi seni seçecek mi? İşte orası belli değil. Zaten tüm sorun da burada. “Teklifi ona sunsam. Peki ya kabul etmezse?” Sürekli sorsan bunu kendi kendine. En sonunda da kafayı yesen.
Soruya odaklarsın kendini ama bir türlü sormaya cesaret edemezsin. Sormayı beceremezsin. Farklı olmak istersin hep, biliyorum. Sen zaten farklısın. Farkını ortaya koyarsın. Ama sadece o kapıdan içeri girmek için yanına birini götüreceksin. Basit. Farklı olmaya gerek yok. Düşündüğün şey; onun farklı olduğu. O farklı. Evet! İşte bu! Soruyu soramamanın temel nedeni bu.
Günler böyle geçip gitmiş bile. Sen hala soruyu soramamış bir şekilde kapıdan içeri girmeye hazırlanırken, o çoktan gitmiş. Kapı kaybolmuş. Bilmediğin birisi onu çoktan alıp gitmiş. Sen ise arkasındaki ışığa bakarak kapının tekrar ortaya çıkacağı günü beklemişsin ama… Çıkmamış…
P.S.: Moldova dinlemeyeli uzun zaman olmuş…